24 Ekim 2012 Çarşamba

Pişmanlıklar vol1

Dün bir blog arkadaşımla konuşurken, canımın sıkkın olduğunu sebeplerini açıklarken yani içimi dökerken yarın bana hatırlat da pişmanlıklarımı yazayım dedim. O da yazma, yaşaman gerekiyordu yaşadın, öyle düşün dedi.

Sonra ne mi oldu? Pişmanlığın alası!

İzah etmek gerekirse, ben bu blog arkadaşıma, hep dürüst oldum. Konuşmanın belli bir şekli yoktu, konudan konuya atlayabilme potansiyelim, uykuya düşkünlüğümle eş değer. Varın siz düşünün.

Amaa şöyle bir şey oldu dün gece. Bu arkadaş beni merak ediyordu, haliyle. Düşünsene, günlerce biriyle konuşuyorsun, adı hariç hiçbir bilgin yok. Nasıldır değildir, bilememek çok kötü kabul ediyorum. Ve ona da hak verdiğimi söyledim.

Sonra ben bir itiraf da bulundum, adım o değildi buydu diye. Benden şüphelendi, onu tanıdığıma ve işlettiğimi düşündü. Sonra da sildi beni facebookundan. Ben de delirdim, çünkü onu ben değil, o beni bulmuştu. O marmaranın bir ucundaydı, ben akdenizde. Nasıl olur da şüphelenirdi.

Ve mesaj attım. Sonra da kapattım facebookumu.

Dürüst olmak, birine güvenmek ağır geliyor bazen. Pişman ediyorlar.

Yazacağım pişmanlık bu değildi, ama attığı yorumlardan bir yanıt beklediğini düşündüm. Ve bu yanıtı hak ettiğini de hala düşünüyorum.
Ama çok sevgili ilk ve tek blog arkadaşım, kırıldım. Yargısız infaz yapılır yapılır da, bu kadar ağır mı yapılır. Üstelik masumken, yani; şüpheleneceği son kişi benken hüküm verilmesi ağrıma gitti.

Oysa ben ona çok kırılgan olabildiğimden bahsetmiştim, demek ben konudan konuya atlarken arada kaynamış.

Çilek teklifin çok caydırıycı ama mevsimi değil, bensiz ye.

Üzgünüm.

(Lütfen beni başka bir şey için pişman etme, anladın sen.)

2 yorum: